Gecenin 3'ü Üzerine Bi' Yazı


Yaşıyoruz...
Anlamadan hatta sorgulamadan, sağımıza solumuza çarparak, acıyarak ve acıtarak yaşıyoruz.
Bir yumurta ve sperm hücresinin şekle bürünmüş haliyle başlamış yolculuğumuz irademizde olmayarak. 

“Hayat” daha anne karnında bizi iki büklüm bir vaziyette aylarca tutarak vermiş aslında mesajını. “ Alış! İleride üzeceğim seni, canını yakacağım, defalarca tekme yiyeceksin iki büklüm olmaya alış! Sen değil ben büyüğüm, ezileceksin, isteyecek alamayacaksın, sevecek kavuşamayacaksın, kaçacak kurtulamayacaksın, gücün bitip yavaşladığında tepende olacağım yine. Ardı ardına inecek tokatlar; iki büklüm olacaksın, aydınlığını karanlığın kendisinde bulacak çıldıracaksın,alış!” 

Yaşıyoruz... 
Anlayamadan, sorgulayamadan, yeni doğmuş bir kuzunun ilk adımları gibi; güçsüz, mecalsiz, şaşkın, ürkek, sendeleyerek, yanarak ve yakarak yaşıyoruz.
Acıkınca yemek yiyoruz, susayınca su içiyoruz, uykumuz gelince uyuyoruz. Irademiz dışındaki bu ihtiyaçları giderebiliyorken; irademizde olan özlem duyduğumuz şeyler hala neden uzakta? Beklenen sevgili neden gelmiyor? Güzel bir şarkıda hayali kurulan hayat hangi cehennemin dibinde?
Işıktan hızlı bir trende aydınlık mı arıyoruz? Sahi; ışıktan hızlı bir tren ışıklarını yaksa ne olur? Mesajı hatırla.

Nereye gidiyoruz?
Biliyor musunuz bir gün öleceğiz? Sevinçleri, hüzünleri, gunahlari, sevapları ve bize dair ne varsa hepsini bir selaya sığdırarak. Tek öleceğiz tıpkı doğduğumuz gibi. Bir başka insanın sevincini yada hüznünü yaşamaz insan. Paylaşır ama yaşamaz, yaşayamaz. Bir başka insanın sevabı bizi cennete götüremeyeceği gibi günahı da cehenneme götürmez. Evet, yalnız doğup yalnız ölüyoruz ama farkına vardınız mı? Aslında onca insana rağmen yalnız da yaşıyoruz. Ve yazık ki bir başka insanın yada insanların bizim hayatımıza yaptığı müdahalelere bağlı kalarak. İlginç değil mi? Yani bir gün öleceğini bilmek. Tüm bunları bilen insan güçsüzleşiyor. 
Mesajı hatırla ve koşşşş... !

Beş yada altı kez “insan” kelimesini kullanınca kafama takıldı da; Sahi biz insandık değil mi?
Yaşıyoruz, “hayat” denen paradoksta, yaşayamadan hergün bir gün daha ölerek yaşıyoruz. Sabah oluyor işe gidiyoruz, bir koltuk takımı, bir iki halı ve birkaç eşyadan ibaret olan mesaimiz bitince mesainin bize kazandırdıklarına gidiyoruz. Sonra uyuyup aynı rutine tekrar uyanıyoruz. Hemde “beklenen” oracıkta dururken. Ve bir zamandan sonra doğan gün sokağı aydınlatan bir ışıktan başka bir anlam ifade etmiyor. Hani ”alış” demişti ya hayat, hatırladın değil mi?

Şimdi bu yazının sonunu okuma zahmetinde bulunmayan tembel insanları saymazsak okuyanların büyük çoğunluğu benim hakkımda bir fikir sahibi olmak isteyecek. Kendi içinde benimle alakalı yorumlar yapacak. Birşeyler yakıştıracak yada birşeyler yakıştırmayacak. Öyle diyecek veya böyle diyecek...
Deme kardeşim, ben bunları belki kafa tasının içindeki organ beni yada bir başkasını değil, bir kere de kendini sorgular diye yazdım.
Beni bırak, 
oğlunu bırak, 
kızını bırak, 
anneni babanı bırak, 
eşini dostunu bırak, 
falancıyı filancıyı bırak. 
Sen yapman gerekeni yaptın mı, kendine bak.
Zor mu?
Bu kadar zor mu insan olarak yaşamak...

Ertan Tekin Gedik

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder